Özlem Keskin, 23 Aralık 2015 İşimi bıraktığımdan beri, çocukların dünyasına adım attım, ve biz büyüklerin aslında neler kaçırdığını gördüm. Biz çocuklarımızı kendi ‘yetişkin’ dünyamıza göre bir şekle sokmaya çalışıp aslında onların mükemmel insanlar olduklarını kaçırıyoruz. Onlar, eğitilmesi , düzeltilmesi gereken, bolca bilgiye maruz bırakılan, bizim hayallerimizi gerçekleştirmek için var olan küçük modellerimiz adeta. Biz onları sözüm ona düzeltmeye çalışırken onlara bolca korku, hayati meselelerinde kullanamayacağı bilgi ve cesaretsizlik yüklüyoruz. Onların dünyasına yetişkinler girip dengeleri bozmadığı sürece, mükemmel bir uyum, sonsuz ve koşulsuz sevgi, canlılara merhamet ve birbirlerine karşı nezaket var. Kalabalık okulun teneffüs zili çaldığında sınıflardan fırlayan ve büyük bir uğultu ile dışarı koşan çocuklar, onları bir yetişkin şiddetli ve hiddetli davranışları ile model olarak bozmadığı sürece kendi düzenlerini bir şekilde kuruyorlar. Okulun içindeki mikrodünyada yaşıyorlar. Okulun son haftalarında, Okul Aile Birliği bir kermes düzenledi. Her sınıf kermeste satılabilecek yiyecek, kitap, eşya gibi ürünleri sergilemeye başladı. Bu sıradan ve her yerde görebileceğiniz manzara 2 gün sürdü. Son gün, hava güzel olduğu için standımızı dışarıya kurduk. Kermesin son saatlerinde, yiyecekler de bitince büyükler gitti, çocuklar kaldı ve eğlence işte o zaman başladı. 1. sınıfa giden bir öğrenci bana gelip ürünleri satmak istediğini söyledi. Ben “Satınalmak mı istiyorsun?” diye sorunca “Hayır, satış yapmak istiyorum” dedi. Ben de “Buyur yap bakalım o zaman” dedim. Tezgahın başına geçen o minnacık 1. sınıf öğrencisi, gelir gelmez 3 ürünü koyduğumuz fiyattan sattı. Ben ona fiyatlarını söylememiştim, izleyerek görmüş her halde ama satıştaki başarısına ve tarzına hayran oldum. Bütün ürünler bittikten sonra, çocuklar masaları , kendi tezgahlarına dönüştürdüler ve birden her masada farklı bir şey yapan çocuk grubu oluştu. Kermeste yaratıcılık patlaması yaşadı. Kimisi boya kalemlerini getirmiş, ücretsiz ‘dövme’ yapıyor, kendi hazırladığı katalogda, isteyenin eline, bileğine, kelebek, gülen yüz gibi desenler çiziyor. Kimi eski kitaplarını getirmiş, tanesi 1 liraya satıyor, kimisi kullanmadığı küçük oyuncakları getirmiş 50 kuruşa satışta. Sloganlar havada uçuşuyor, ‘Kermes bir gün, bizde satış her gün’. Çocukların kermesinde bir tek büyük ben kalıyorum, standlarını sırayla geziyorum, hepsi bana satış yapmak istiyor, onlardan bir şeyler alıyorum. Kızım Begüm eline dövme yaptırıyor, çocuklar sırada. Çocukların yaratıcılığına hayran kalıyorum. Buldukları çözümler ve ürünler müthiş, çok eğleniyorum. Mucizeler sessiz olur-2
İnsan için gerçek tehlike ne atom ne hidrojen bombasıdır. İnsan için esas tehlike, düşüncesinde ön yargılar olması, onları şablonlara sokması ve kategorilere ayırmasıdır. Bir kestane ağacının tohumunu elinize aldığınızda, onun büyüyüp de metrelerce uzunlukta, yaprakları ve baharda açmış çiçekleri ile muhteşem görüntüsünü göremiyorsanız; ne yazık ki o ağacın potansiyelini de göremiyorsunuzdur. Bir insanın, önüne engel olarak konmuş önyargılara, şablonlara ve kategorilere yenik düşmesi sonucu ortaya çıkmamış potansiyeli de ne yazık ki açamamış bir tohuma benziyor. Esasında her insan farklı. Beynimiz tamamıyla bize özel ve eşsiz. Elbette bazı tanımları daha kolay yapabilmek için bir istatistiki çoğunluğu esas alarak gelişim, davranış tanımlaması yapıyoruz. Gelişimi istatisitiki çoğunluktan daha farklı olan bir birey, bir yandan kendi potansiyelini bulmaya çalışırken, bir yandan da topluma karşı kabullenme mücadelesi veriyor. İstatistiki çoğunluk, bu insanı önyargıları, şablonları ve kategorileri ile bir yere girmeye zorluyor, Yaratan bizi kendi suretinden yarattığına göre insan aslında Yaratan’ın ihtişamını göstermek için yaratılmış ve vücut bulmuştur. Dolayısı ile bir insan engellerinden değil, içinde sakladığı muhteşem potansiyelinden ve olanaklarından oluşuyor. Burada sözü eğitime getirirsek, eğitim sistemimiz ile ilgili çok şey söylüyoruz, başka ülkelere özeniyor, onların ne yaptığını merak ediyoruz. Hatta kimimiz çocuğunun eğitimi için başka ülkelere gidiyor. Ülkemizin her anlamda kaynağa sahip olup bunları verimli kullanamaması gerçekten çok üzücü. Aslında Milli Eğitim kadrosu ile, yapısı ile ve tecrübesi ile başka ülkelerin yaptıklarını yapacak alt yapıya sahip ve gerçekten donanımlı. Burada gördüğüm tek engel düşünüş tarzı, aslında karşılığı olamayan engeller, korkular ve sonuçsuzluklar. Engeller, imkansızlıklar, olanaksızlar üzerine düşünürsek karşımıza zaten hep bunlar çıkar, eğitimin çok büyük devrimlere değil küçük dokunuşlarla yapılacak müdahalelere ihtiyacı var. Bu küçük dokunuşlar ile çocukların hayatlarında ciddi değişiklikleri yapabilme imkanı var. Destek odası güzel örneklerden birisi. Destek odası, Milli Eğitimin mevzuatına göre kaynaştırma uygulamaları yoluyla eğitimlerine devam eden öğrenciler ile üstün yetenekli öğrencilere ihtiyaç duydukları alanlarda destek eğitim hizmetleri verilmesi için düzenlenmiş ortam olarak tarif ediliyor. Burada yapılacak destek ders saati ise öğrencinin haftalık toplam ders saatinin %40’ını aşmayacak şekilde planlanıyor. Yani ilkokuldaki bir öğrenci, haftalık 30 saatlik eğitimin en fazla 12 saatini destek eğitiminde geçirebiliyor. Bugün istediğiniz devlet okulunda bir dilekçe ile destek odası açılmasını talep edebilir, raporu olan çocuğa okul saatlerinde atanmış veya görevlendirilmiş bir öğretmenin tamamıyla ücretsiz olarak ders vermesini sağlayabilirsiniz. Ders programını öğretmeni ve destek eğitim öğretmeni ile yaparak, belli derslerde (ki bunlar daha hayat bilgisi, resim, müzik gibi dersler olsa daha iyi) arkadaşları ile olan öğrenci, diğer derslerde birebir öğretmeni ile çalışarak akademik gelişmesini desteklenir. Çocuklarımızın durumu ve olursa olsun, seviyesi ne olursa olsun, lütfen ona muhteşem bir kestane ağacının tohumu gibi bakın, ona ihtiyacı olan ortamı veremezsek o da bize ihtişamını ve içinde sakladığı o büyük ağacı gösteremez. Kaynaştırılan yok! Kızı okula başladığından beri yazarımız biliyor ki motivasyona çok ihtiyacı var zira parkuru zor, çok zor!
“Eğitimde feda edilecek hiçbir fert yoktur.” – Mustafa Kemal Atatürk Bu cümleyi çok yerde görmüşümdür ve bana hep motivasyon verir. Kızım okula başladığından beri biliyorum ki motivasyona çok ihtiyacım var zira parkurum zor. 2. sınıfa geçtiğinde, sınıfı tekrar etsin diye düşünüyoruz, fakat ilkokulda o zaman sınıfta kalma yok. Mecburen 2. sınıfa geçiyor, okuma yazması henüz olmadığı için daha az mevcutlu bir sınıfa verelim diyoruz. Başka okullar ile görüşüyorum, kaynaştırma öğrencisini almak istemiyorlar. Sonra İstanbul dışında daha iyi olabilir diyerek, Edremit’ e gidiyoruz ve oradaki özel bir okula kaydediyoruz. Herşey başta çok güzel. Müdüre Hanım çok yardımcı, öğretmeni birebir ilgilenir diyor, bazı derslerde alır okuma yazma çalıştırır diyor, diyor da diyor. Ortam çok güzel, Akçay‘da Kaz Dağlarının güzel havasında, zeytinlikler arasında okuyacak. Sınıfında 11 öğrenci var, okulda ise toplam 80 öğrenci! Neredeyse öğrenci başına 2 öğretmen düşüyor! Kaydımızı alıp okula başlıyoruz. Burası benim için öğrencilik yıllarında yaz tatilimin geçtiği yerler, istiyorum ki kızım da buralarda rahatça büyüsün, gelişsin. Güzel dileklerle ve hayallerle başlayan günler, okuldan gelen telefonlarla bozulmaya başlıyor. Ben okulun kapısında nöbet tutmaya başlıyorum. Sürekli oradayım, bir sorun olursa yetişeyim diye, uzaklaşamıyorum. İçim hiç rahat değil, beni huzursuz eden bir şeyler var. Bir süre sonra, özel okul, ticari tarafını göstermeye başlıyor. Veli şikayetleri ile bizi adeta bezdirmeye çalışıyorlar, kızımın artan hırçın davranışlarından okulda ona iyi davranılmadığını hissediyorum, ve onu okuldan alıyorum ve toparlanarak eski okuluna ,İstanbul’a geri dönüyoruz. Eski okulunda arkadaşlarının onu sevgiyle ve sevinçle karşılaması beni çok mutlu ediyor. Yine kalabalık bir sınıf ama bu sene tecrübelendik ve onun ihtiyaçlarına göre bir ders programı yapıyoruz. Akranlarıyla olmak ona çok iyi geliyor, kendini daha çok ifade ediyor, oyunlara katılmaya çalışıyor ve okul hayatına bir şekilde karışıyor. Okulunu seviyor. Kısaca anlattığım bu süreçte, kaynaştırma öğrencisi, okul tarafından, öğretmen tarafından ne yazık ki kolayca kabullenilmiyor. Mevzuata göre ister özel ister devlet okulu olsun , kaynaştırma öğrencisini reddetme hakkı yok. Fakat çeşitli gerekçelerle okullara kaynaştırma öğrecileri kabul edilmiyor. Çocuklarımızın eğitim hakkını kimse ellerinden alamaz, bu yolda mücadele etmek zorundayız. Bu mücadelede, farklı olan bireyin, yaşamda ve eğitimde farklı bir şekilde düşünülmesini gerektirdiğini anlamak gerekiyor. Okullarda açılan destek odaları ile birebir çalışma imkanı yaratarak, bazı derslerde sınıfı ile beraber olarak onların gelişmesine yardımcı olmak zorundayız. Farklılığı ne olursa olsun, her birey toplum içinde dolu dolu yaşamayı ve var olmayı hak ediyor. Eğitimde feda edilecek hiçbir fert yoktur. Not: Bu yazılar alternatifanne.com da yayınlanmıştır.
http://alternatifanne.com/mucizeler-sessiz-olur/
Çocukların dengeli dünyasını biz büyükler kendi kalıplarımıza uydurmaya çalışırken neler kaçırıyoruz
Mucizeler sessiz olur. Hiçbir şey değişmiyormuş gibi gelir insana ama bir şeyler değişir ve her şey değişir. Ardından hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Son bir seneyi en iyi bu şekilde anlatabilirim. Önceki yazımda Edremit’ten İstanbul’a dönüşümüz sonrasında kızımın eski okuluna geri döndüğünden bahsetmiştim.
Sınıfına dönüşü gerçekten unutulmaz bir sahneydi. Sınıfına girdiğinde bütün arkadaşları ona sarıldı, hatta yere yatırıp adeta bir çocuk dağı oluşturdular. Bütün sınıf sevgi yumağı, sevgi topu oldular. Ertesi gün bir arkadaşı geldi ve bana şöyle dedi ‘Begüm gittikten sonra hepimiz çok sıkıldık, sınıf sessizliğe büründü’. Onların yaşadıkları bu güzel duygular, sevginin iyileştirici gücü, mucizelerin haberini veriyor sanki.
Yetişkin olmak çok sıkıcı diye düşünüyorum, biz her gün aynı şeyleri konuşuyoruz, halbuki çocuklar hep farklı şeyler anlatıyor.
http://alternatifanne.com/mucizeler-sessiz-olur-2/
Çocuğunuzun muhteşem bir kestane ağacının tohumu gibidir. Ona ihtiyacı olan ortamı veremezsek size içinde sakladığı o büyük ağacı gösteremez!
11 Aralık 2015
http://alternatifanne.com/kaynastirma-sinifi/
Okulun ilk günleri bütün veliler merakla ve heyecanla çocuğumuzun peşindeyiz, çocuklar sınıfa giriyor, biz de merakla dışarıda bekliyoruz. İlk gün,o karmaşada öğretmenine pek konuşamadığını ve ismini söylemediğini söylüyorum. Yüreğim pırpır, teneffüste ya çıkarsa kaybolursa, okuldan dışarı çıkarsa diye, çeşitli senaryolar üretiyorum. Yardımcım ile beraber okulda bekliyoruz ilk günler ve bütün sene okulda bekleyen yardımcım ile birinci sınıfı bitiriyoruz.
Desteğe ihtiyacı olan bir öğrenci olarak kızım için kaynaştırma raporu alıyoruz. Kaynaştırma eğitimi, desteğe ihtiyacı olan çocukların, akranlarıyla beraber olarak ama seviyelerine göre eğitim almalarını sağlayan ve kulağa hoş gelen bir uygulama fakat gelin görün ki kaynaştırma öğrencisi dendi mi, akan sular duruyor. 1.sınıfta 35 kişiyle beraber aynı sınıfta, öğretmeninin desteğine, ilgisine ihtiyacı var ve ne yazık ki öğretmeni ona zaman ayıramıyor. Sorunlar başlıyor. Sınıfa girmek istemiyor, sıranın altına saklanıyor. Tam konuşamadığı için ne istediğini anlatamıyor, onun dilinden anlamayan ‘eğitimciler’ onu zorladıkça durum daha da dayanılmaz bir hal alıyor ve okula gitmek istemiyor.